Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ey Türk Gençliği

"Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur..." Diye başlayan Hitabeyi ilk okul çağlarında ezberlemiştik. Şimdilerde çok lazım olan sözler var içinde. Milletimiz çok ağır imtihanlar verirken gençlerimiz de sağolsunlar ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yönüyle gençliğimiz gurur verici. Fakat gençliğimizin biraz da din ve ilim sahibi olması gerekiyor. Sadece bilek gücüne dayanan ruh bir yere kadar gider. ilk önce ahlak ve din konusunda iyi olmalı. Sünnete uygun hareket etmeli. Öyle bir kıvılcım bekleyen barut gibi patlamak yerine sıcak havada içilen soğuk su gibi olmalı. Hayat insanın yaşantısını çok şekillendiriyor. Bazen hiç olmadık yerde olmadık tavırlar sergileyebiliyoruz. Sadece gençler için değil hepimiz için geçerli bu. Konuşmadan önce düşünmek gerekiyor; bu söz karşımdaki insanı rencide eder mi diye. Sonuçta karşındaki de konuştuğuna göre tanıdığın birisi. kırmadan istedi

Çocuklarda teknoloji bağımlılığı nedenleri

Son yılların sorunu çocukların gençlerin teknolojiye bağımlılığı. Hepimizin çocuğu, kardeşi arkadaşı hatta kendisi teknoloji ile bağımlılığı ile karşı karşıya. Elimizde telefon kimseyle konuşmayız onunla takılırız. Bir eve misafirliğe gittim. Odada 6 kişi var, hepsi elinde telefon onunla oynuyor. Kimse konuşmuyor. Güya misafirliğe gittik. Herkes kendi halinde. Evden de sohbet edebilirdik. Hem en azından birşeyler yazar konuşurduk. :) Bunun nedenlerine baktığımızda karşımıza birkaç ana sebep çıkıyor. İlk olarak biz teknolojiye sonradan kapıldık ve doğruyu yanlışı, durma noktasını bilemiyoruz. Aşırı şekilde meraklıyız fuzuli (çoğu) işlere. Neymiş acaba o nereye gitmiş, acaba ne paylaşmış? Hadi biz biraz kendimizi kontrol edebiliriz yetişkin olarak. Asıl önemli olan çocuklarımız. Onları nasıl uzaklaştırabiliriz teknolojik aletlerden? Bunun için ne yapabiliriz? Aslında yapmamız gereken öyle zor bişey değil. Azıcık ilgi ile bundan kurtulabiliriz. Dikkat ederseniz aillerde 1, 2 çok az

Kış saati uygulaması son bulmalı mıydı?

Senede iki kez saatleri ileri veya geri alıyorduk. Hatta bunun çok güzel esprilerini de yapıyorduk. "Saatler geri alınacak diye". Türkiye bu yıldan itibaren saatleri geri almayıp +3 doğu saatini kullanmaya devam edecek.  Bu neyi değiştirecek? Getirisi götürüsü nedir? Son 7-8 yıldır hep ileri saat uygulamasının kalkacağını söylediler. ekonomiye olumlu katkısı olacak diye söylediler. Ekonomiye katkısı olacak mı? Bunu zamanla göreceğiz. Herşeyin parayla ölçülmemesi gerekiyor. Bazen de insanların ruh hallerinin de değerli olduğu hatırlanmalıdır. İnsanımız yılda iki kez kendilerini resetliyordu. Bir farklılık oluyordu yaşamlarında. Bu tıpkı odanın şeklini değiştirmek gibi insana yenilik hissi veriyordu. Şimdi bu olmayacak. Monoton bir hayat, hep aynı saatte yat, kalk. Bir de namaz kılanlar var. Onlar da sabah namazını bazen iş yerinde kılacaklar. (Vardiyeli çalışanları kastetmiyorum). Gece kalkıp işe gidecekler. Sonra ezan vakti girecek. Çok değil bu yazıyı yazdıktan birkaç haf

Bir sözle sigara bıraktı

- Bu yaşanmış bir olaydan alıntıdır. - 50 yaşlarında 30 yıldan fazladır sigara içiyor. Birgün hastalanmış ve doktora gitmiş. O güne kadar doktor yüzü görmeyen adam artık yaşlılığa adım attığı yıllarda arızaların başladığını da anlamıştı. Doktor adamı iyice muayene etti. Birkaç test yaptırmasını istedi ve ona göre değerlendirme yapacağını söyledi. Adam gidip laboratuvardan testleri yaptı, Birkaç gün sonra da sonuçları göstermek için doktorun yanına geldi. Doktor adama baktı ve yüzünü astı, "Akciğer kanseri olmuşsun" dedi. Adamın dünyası yıkıldı. Artık bundan sonra kemoterapi alması gerekiyordu. Düzelme ihtimali vardı ama pek fazla değil. Ama doktora sorar: "Peki bunun nedeni nedir?" diye. Doktor: "Pek çok nedeni vardır ama sizdeki sanırım sigara içmekten". Adam düşünür, 30 senedir içiyor hiç böyle olacağını düşünmemişti. Hep sağlığa zararlıdır derlerdi de kulak ardı ederdi. Başına geleceğini hiç düşünememişti. Doktora sorar "Peki bıraksam bu la

Bu cinnet hali normal mi?

Bu agresif tavırlar, bu işe yaramaz haller, kızgınlıklar normal mi? Hani insanız ya soruyoruz. Bu cinnet hali normal mi? Aslında normal. Hatta az bile. Etrafınıza bir bakın insanların tavırları nasıl diye. Çok uzağa değil trafik ışıklarında yeşil yandığı gibi gaza değil kornaya basan insanları düşünün. Otobüste, yollarda kulaklığını takmış -bana ne- der gibi dolaşan insanları düşünün. Umursamazlık, korkusuzluk, ahlaksızlık ve terbiyesizlik diz boyu olmuş. Bunda kimin suçu var? İlk başta medyanın suçu var. Hiçbirşey yapmayan bir insan sadece akşam haberlerini izlese bile ona yeter. Nerede kim kim öldürmüş, kim kimin parasını çalmış, kim trafik kazasında ölmüş, kim şehit olmuş... Allah aşkına hiç mi güzel haberler yok? Var tabiki ama onları haber özelliği taşımadığı için yayımlanmıyorlar. Bence Cumhurbaşkanı ve Başbakan bir gün işlerinden fırsat bulup haberleri izlesinler. Sadece haberleri değil herhangi bir programı izlesinler. Şöyle 1-2 saat televizyona baksınlar. Onlar da kafayı

Trabzonlu Ses Sanatçıları-6 Fahrettin Dilaver

Resim
 Fahrettin Dilaver Trabzon’un Sürmene İlçesine Bağlı Aksu ( Aso ) Köyü’nde 27 Nisan 1931 yılında dünyaya gelmiştir.     Fahrettin Dilaver o zaman 7 yaşındaydı ve okula gitme vakti gelmişti.Babası Hüseyin Dilaver beş altı köye hitap eden Aksu Köyü İlkokuluna kendisini vermiş.Bir sene buraya devam etmiş.Aynı zamanda kemençe merakı da bu dönemlere rastlıyor.İlk kemençesini kendisine tahtadan idareten yapmış.Fakat eniştesi kendisine gerçek bir kemençe hediye edince sevinci görmeye değermiş. Babasının Trabzon Halk Evi’ndeki memuriyetinden dolayı ilkokula ikinci sınıfta Arafil Boyu semtindeki Necati Bey İlkokulu’nda devam etmiş.Ardından İskenderpaşa İlkokulu’nda bir sene okuduktan sonra yeni okulundan mezun oldu.Mezun olduğu sınıf hocası Sahra hanım çok şefkatli yaklaşırmış çocuklara.Okul müdürü Hasan bey namı ile sert mizaçlı babacan bir beyefendi imiş.Bir gün babasını çağırmış ve “ Dilaver bu çocuğu okut ” demiş.Fahrettin Dilaver’in hayali askeri okula gidip subay olmakmış fakat o

Trabzonlu Ses Sanatçıları-5 Hüseyin Dilaver

Resim
Trabzon’un Sürmene ilçesinin şimdiki adıyla Aksu, eski adıyla Aso köyünde Temel ve İlve Dilaver’in 3 erkek, 1 kız çocuğundan biri olan Hüseyin Dilaver 1906 yılında dünyaya gelmiştir. Çocukluk yıllarında müziğe ilgi duymuş, yaşı ile birlikte bu hobisi de ilerlemiştir; öyle ki gençlik yılları, askerlik çağı ve sonrası hobi olarak başladığı müzik hayatının en önemli parçası olmuştur. “Çok cömert bir insanmış; bir gün köye geliyormuş; eskiden gurbetten gelirken buğday ekmeği getirmek çok meşhurmuş, köye gelmiş çocuklar Hüseyin amca geldi diye etrafına toplanmış, ekmeği bütün çocuklara bölüştürmüş ve ekmek bitmiş. İnancı kuvvetli, insanlara sevgisi yoğun bir kişiymiş. Fakiri görse sırtından ceketini çıkarır verirmiş. Bir zengin fakiri görüp bir ihtiyacını giderebiliyorsa, sırtından ceketi, ayağından ayakkabıyı çıkarıp verebiliyorsa ben ona fakire yardım etti derim, dermiş. Çocukları insan sevgisini babalarından öğrenmişler, anneleri de sevecenmiş ama babaları daha bir başkaymış.” “E

Trabzonlu Ses Sanatçıları-4 Erkan Ocaklı

Resim
Erkan Ocaklı 1949 Trabzon Maçka doğumludur, aslen Laz kökenli olup,aile kökenleri Arhavi'lidir.1970 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nden mezun olmuştur. Müzik hayatına bağlama çalarak başlayan  Erkan Ocaklı Unkapanı'nda harika plak tarafından keşfedilmiş ve geleneksel Karadeniz müziğini saza yorumlamanın ötesinde özgün besteleriyle kendi tarzını yaratmıştır.1970'li yıllarda gurbete çıkan Karadenizlilerin sesi ve sembolü olmayı başarmış ülke çapında büyük popülarite kazanmıştır. Lazca ve Rumca dilinde yöresel ezgilerinde olduğu,toplam 40 albümü ve 350 adet bestesi vardır. Sanatçı 1980'li yıllarda Arabesk ve taverna müziğin yükselişe geçmesiyle yöresel çizgisini değiştirmiştir. Erkan Ocaklı'nın ilk evliliğinden Büşra Ocaklı adında bir kızı ve Acarkan Ocaklı adında bir oğlu vardır. İkinci hanımı Nebahat Ocaklı ile 2001 yılında evlenmiştir. 2007 yılında pankreas kanseri teşhisi konulup ameliyat olan sanatçı adına hayranları 2 Aralık 2007'de Cemal

Trabzonlu Ses Sanatçıları-3 Süreyya Davulcuoğlu

Resim
Süreyya Davulcuoğlu, 1948 yılında Akçaabat 'ta doğdu. Ağırlıklı olarak Karadeniz türküleri söyleyen Türk Halk Müziği sanatçısıdır. İlk müzik hayatına 1971-72 yıllarında Ankara'da amatör bir toplulukta başladı. 9 Haziran 1973 tarihinde Dünya Müzikologlarının ODTÜ’de yapılan çalışmasından sonra onlara verilen konserde Solist Sanatçı olarak sahne aldı ve Karadeniz müziğini icra etti. 1973 yılında Ankara Radyoevine istisna sanatçı olarak göreve başladı. Coşkun Güla’dan müzik dersi alarak 1980 yılında Televizyon konserleri vermeye başladı. 1983 yılında albüm çalışmalarına başlayıp, Arif Sağ ve Musa Eroğlu ile beş adet albüm çalışması yaptı. 1991 yılından beri T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda Solist Sanatçı olarak görev yapmaktadır. Evli ve 1963 doğumlu bir kız çocuk annesidir. 1984 yılında Ağasar Dereleri adlı türküsüyle 300'ün üzerinde plak satmış ve o zamanın rekor gelirinin tek sahibi olmuştur. Sembol Plakçılık etiketi ile iki adet LP'si yayınlanmıştır

Trabzonlu Ses Sanatçıları 2 Maçkalı Hasan Tunç

Resim
Maçkalı Hasan Tunç, 1912 yılında Trabzon'un Maçka ilçesine bağlı Mağura (Örnekalan) Köyü'nde doğdu. Babası İbrahim Bey, annesi Ayşe Hanım'dır. Yedi kardeşin en büyüğüdür. Yoksul bir ailenin çocuğu olan Hasan Tunç ilkokulun üçüncü sınıfına kadar okuyabilmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olması onun daha fazla tahsil yapmasını engellemiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda onun sosyal yaşamında önemli sorunlara neden olmuştur. Dokuz yaşındayken geçirdiği bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder. Hasan Tunç, gurbete çıkmadan önce uzunca bir süre annesiyle birlikte yaylacılık yapar. Annesine göre Hasan "hovarda" bir yapıya sahiptir (O ufak yaştan beri "sevdalık edeyi" ifadesi annesine aittir). Bu özelliği ona türkü söyletmiş ve kemençe çaldırmıştır. 1930 yılında 18 yaşındayken aile ortamından ve köy yaşamından kopan Hasan Tunç gurbet kervanına katılarak İstanbul'a gelir. Karadeniz insanı için gurbet denince İstanbul akla gelir. Diğer bir ifadeyle gurbet d

Trabzonlu Ses Sanatçıları -1 Cemile Cehver Çiçek

Resim
Cemile Cevher Çiçek 1926 yılında Maçka'da doğdu. 26 Şubat 2010 tarihinde İstanbul'da vefat etti. 1946 yılında İstanbul'a yerleşti. Bestekar Saadettin Kaynak'ın, İstanbul Radyosu Müzik Yayınları Müdürü Cevdet Çağla'ya tavsiyesi üzerine, 1950 yılından itibaren Hasan Sözeri'nin yönettiği Karadeniz'den Sesler Topluluğunda ses sanatçısı olarak emisyonlara katılmaya başladı. Hasan Sözeri'nin İstanbul Radyosun'dan ayrılması üzerine, çalışmalarını bir süre kemençeci Hasan Tunç ile sürdüren Cemile Cevher, 1953 yılından itibaren, Sadi Yaver Ataman tarafından kurulan ve yönetilen Memleket Havaları Ses ve Tel Birliği Topluluğu'nda çalışmalarına devam etti. HORON HAVALARI İLE TANINDI İstanbul Radyosu'nda, Yurttan Sesler Topluluğu kurulunca (1954) , Muzaffer Sarısözen'in önerisi ile, bu topluluğun kadrolu sanatçısı oldu. İstanbul Radyosu'ndaki görevinden 1979 yılında emekliye ayrıldı.Cemile Cevher, bilhassa seslendirdiği Karadeniz Bölgesi

Okumak mı?

Toplum olarak okuma alışkanlığımız yok maalesef. Hep kulaktan duyma bilgilerle fikir üretir ve yorumlar yaparız. birçoğumuzun evi bir kütüphane gibi kitaplarla doludur ama onları süs eşyası gibi alıp rafa yerleştirmişiz. Güzel ciltleri rengarenk içerikleri bizi adeta almaya zorlamıştır. Düşünüyorum da bundan 60-70 sene öncesinde bir kitap yazmak bastırmak o kadar zordu ki bazen kitabın yayılması için elde yazılıp çoğaltılıp tahsis edildikten sonra okunması için dağıtılırdı. O zamanda okumak zor kitap bulmak daha zordu. Şimdi ise kitap basmak, dağıtmak çok kolay. Ama okumak? işte o öyle değil. Aralarında şöyle bir ters orantı var. Piyasada ne kadar çok kitap olursa yani bolluk olursa okuma oranı düşüyor. Kitap başına okuma oranı düşüyor. Kitap piyasada az olunca da önem arz ediyor. Ve kitap okuyan çoğalıyor. Toplumda, çevremde, hatta kendi ailemde de aynısını yaşadığımdan biliyorum. Daha 9 yaşındaki oğlum ilgisini çeken kitabı görünce hemen alalım diyor. alıyoruz. Biraz bakıyor il

YİP MAN 3 - IP MAN 3 Filmi değerlendirmesi

Resim
Uzun zamandır ailece izleyebildiğim bir film. Uzak doğu filmlerinden biri tabiki. Filmin başrollerinde  Donnie Yen, Mike Tyson yer alıyor. Filmde kavgalar çok seviyeli ve disiplinli yapılmış. İnsanlar yenildikleri zaman sen kazandın diyebilen türden yani. Donnie (IP MAN) kendinden o kadar emin hareket ediyor ki süper. Sakin, soğukkanlı. Üstelik tam bir centilmen dövüş ustası. Çocuğu bir okula gidiyor. Gittiği okul semtin en başarılı okulu olduğu için mafya okulu almak istiyor. Bununla mücadele etmeye başlıyor. Bazı sahnelerde Cüneyt Arkın gibi onlarca kişiyi haklıyor. Yine de keyif veren bir şekilde izleyebiliyorsunuz.  Sonra eşi bir rahatsızlık geçiriyor, hastalanıyor. Onunla ilgilenmeye başlıyor. Böyle devam ediyor... Filmde çok güzel ifadeler var. Hem film izliyorsunuz hem de birşeyler öğreniyorsunuz. En çok da beğendiğim  filmde kadınları ve cinselliği hiç kullanmamaları. Yani ailece ve çocuklarla beraber izlenecek bir film.  Tavsiye ederim.     

Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur, Hala anlaşılmadı.

Eğer geçmişten ders alınsaydı atasözleri birer altın gibi saklanırdı. Ne yana baksam aynı hatalar aynı yanlışlar tekrar ediyor. Bu yapılan yanlışlar hep eskiyi bir kenara bıraktığımız için oluyor. Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 'Tarih' i ' tekerrür ' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? Diye yazmış usta şair Mehmet Akif. Öyle de zaten. kendi bildiğimizi okumak hususunda ne kural tanırız ne de fikir. Bazen insan kendini aşar ve ister istemez yapmak istemeyeceği işleri bile yapar. Ben başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Oğlum küçükken bir ara yaptığı yaramazlıklardan dolayı ona kızıyordum. Bazen de bağırıyordum. Bir müddet sonra baktım ki o da bana ben ona nasıl davranıyorsam öyle davranmaya başladı. Anladım ki beni ayna gibi görüyor. Ben ona nasıl davranırsam o da bana öyle davranıyor. O saatten sonra daha güzel davranmaya karar verdim. Bu olay insanlara yaklaşımımı de

Cennetle Müjdelenen Kayyımlar

Bu aralar kayyım kelimesini ezberledik. Cemaat okullarına, iş yerlerine, dershanelerine her yere kayyım atanıyor. Hem de uçuk miktarda maaşlarla. İnsanın içinden kayyım olmak geçmiyor değil. Evet, kayyım olmak isteriz ama o kadar da sevimli bir iş olmadığını söylemeliyim. Çünkü bir sürü kişinin ahını alıyorlar. Onlara emir verilince bunu bir görev olarak değerlendiren ve karşılığında sanki Cennet'i kazanmış gibi işin başına geçen kayyımlardan bahsediyoruz. Görev sanki ukbadan gelmiş gibi kabulleniyorlar. Doğru mu yanlış mı hiç bakmıyorlar. Belki de bakmak istemiyorlar. Bazıları diyor ki onlar da emir kulu. Peki onlar emir kulu da emri alanların hiç mi vicdanı yok? Kendi vicdanları ile karar veremiyorlar mı? Yoksa vicdanları da mahkum mu? Üzülüyorum bu insanlara. Onca insanın ahını aldıktan sonra nasıl huzur bulup yaşayacaklar? Hele -eğer varsa inançları- ahirette ne yapacaklar? Ben şahsen hakkım olsa -kesinlikle- hakkımı helal etmem onlara. Ki eminim ki o insanlar da etmeyece

Bu sözüm size öğretmenler

Biraz farklı çocuğu olanlar öğretmenlerden şikayetler alır. Çocuğunuz şöyle yaptı, yerinde durmuyor arkadaşları ile iyi geçinemiyor... Bir baba olarak bu konuda birçok gözlem yaptım. Gördüm ki bu konuda aileler kadar öğretmenler de sorumlu. Size bunu bir örnekle açıklayayım.: Bir öğrenci derste konuşuyor diye öğretmen öğrenciyi müdüre şikayet etmekle tehdit ediyor. Öğrenci de artık o öğretmenin dersine katılmak istemiyor. dolayısıyla dersine de ilgi göstermiyor. En sevdiği ders olsa bile başarısız oluyor. Dikkat ederseniz domino taşı gibi zincirleme olarak olaylar gelişiyor. Bir başlayınca gerisi de çorap söküğü gibi geliyor. Öğretmen başta pozitif bir yaklaşımla öğrencinin neden konuşmak isteği olduğunu, bu isteğini karşılama için neler yaptığını, bunu dikkat çekmek için mi yaptığını bilmesi gerekiyor. Biraz empati kurması gerekiyor. Biz de öğrenci olduk. Hiçbir zaman robot gibi olmadık. sus konuşma denildiğinde gücendik, ama inadına yine konuştuk. Eminim bu durumdaki öğretmenler d

Bir TV kanalım olsa kimse izlemezdi.

Evet. Bir TV kanalım olsa kimsenin izlemeyeceğini düşünüyorum. Neden mi? Çünkü benim kanalımda; Haberlerde insanın ruhunu sıkan ölüm, vahşet haberleri olmazdı. Ülkemizde ve dünyamızda olan icatlar, etkinlikler, iyilik haberleri gibi haberlere yer verirdim. Siyasetten sadece başlıklar sunardım. İçimiz dışımız siyaset olan bir ülkede.... Dizilerde: Entrikalar, kimin eli kimin cebinde, gençlere kötü örnek teşkil edecek diziler olmazdı. Ecdadımızın yaptıklarını sapkınlık gibi anlatmayan diziler olurdu. Ecdadımızın gerçek kahramanlık hikayeleri dizleri olurdu. İnsanımızın kültürünü ve inançlarını daha pekiştiren diziler olurdu. Bütün ailenin izleyebileceği diziler olurdu. Şu izdivaç programları hiç olmazdı. Hele şu yarım saatlik tanıtıcı reklamlar hiç olmazdı. Çocuklar için de savaş ve şiddet filmleri hiç olmazdı. Eğitici ve öğretici filmler olurdu. Çocukların gelişimi için gerekli ne varsa eklenecek hepsini eklerdim. Diyorum ya bu tür yayımlar yaparsam beni kimse izlemez. Haksı