Köprübaşı Eski Tarihi

Köprübaşı'nın tarihine ait elimizde bir belge yoktur. Eski tarih kitaplarından araştırmalarla ve vakıf belgelerini araştırmakla elde edilen bilgilere dayanarak bir Köprübaşı Tarihi adlı yazıyı yazmaya karar verdim.

Karahıtayların baskısı nedeniyle, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda çıkarılan Kıpçaklar, Volga üzerinden batıya göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular. Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar.

Kıpçak Türkleri genelde göçebe yaşadığından kendi isimleri ile anılan bir devlet kuramadılar. Ama kimseye de boyun eğip tam anlamıyla asimile olmadılar. Hatta Moğolların içine giren Kıpçaklar Moğolları kendi kültürleri içinde erittiler.

Bir kısmı Karadeniz'in doğusuna oradan Mısır'a kadar göç etmişlerdir. Hatta Selahaddin Eyyubi'nin de Kıpçak Türkü olduğu söylenmektedir. Sürekli göçebe hayatı yaşayan Kıpçakların bir kısmı da Trabzon Rum Pontus imparatorluğunun içine girmiştir. O sıralar daha Müslümanlıkla tanışmayan Kıpçaklar Rum Pontus İmparatorluğu içinde Hristiyanlığı öğrenir ve kendi dinleri olan şamanizmi bırakırlar. Daha sonraları İslamiyeti duyan birkaç papaz Müslümanlığı öğrenmek için Hicaz'a yola çıkar. Tahminlere göre Diyarbakır civarlarında dönüş yolunda vefat ederler. Onlardan sonraki nesil gelip memleketlerine döner, burada İslamiyeti anlatırlar.  Bu sırada İslamiyeti öğrenirler ve Müslüman olurlar. Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u 1461 yılında fethetmesiyle de Osmanlı İmparatorluğu himayesine girerler.

Kıpçaklar genelde sarışın mavi gözlü beyaz tenlidir. Göçebe hayat yaşadıklarından evlerinde iki dış kapı bulunurdu. Dikkat ederseniz bizlerin de evlerinde iki dış kapı vardır. Birinden girip diğerinden çıkıp giderler.

Yöremize yerleşen Kıpçaklar ve Rum Pontuslularla birlikte yaşadıklarından haliyle bizim de kültürümüz onlardan etkilenmiştir. Karşılıklı olarak kültür etkilenmesi mevcuttur. Belki de biz Türküz diyoruz ama Türk ve Rum birleşiminden bir neslin çocukları da olabiliriz. Yüksek rakımlı  yerlerdeki köylere bakılırsa hala daha Rumca konuşanlar oldukça fazladır. Haliyle bunlar Rumlardan etkilenmişlerdir, hatta bu köylerden öyleleri vardır ki Rumca konuşmalarına rağen neredeyse her evde bir tane hafız vardır. Bu da bize iki kültürün nasıl birbiri ile etkileşimde bulunduğunu gösterir. İki millet birbirleriyle iyice kaynaşmışlar farklı bir ırk meydana gelmiştir. Bu konu çok ses getireceğini biliyorum. Bizde "Biz saf kan Türküz" söylemleri bolca söylenir. Bunun gerçeği yansıtmadığını/yansıtamayacağını anlamışsınızdır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çifin çiçeği (Ağu-Avu çiçeği)

Trabzonlu Ses Sanatçıları-3 Süreyya Davulcuoğlu

Trabzonlu Ses Sanatçıları-6 Fahrettin Dilaver